Adını Siz koyun Aşk mı Sevda mı?
Gökyüzünden inen bir karanlık süzülüyor penceremde. Usulca, sessizce ilerliyor odanın içinde. Gördüğüm ilk anda korkutuyor beni ve kontrol edemiyorum kalp sesimi. Daha sonra alışıyorsun biraz o heyecanın ve korkunun yerini tebessüm alıyor yüzünde. Bir bakıyorsun öyle, dalıyorsun derinlere. Sanki yıllardır aradığın içindeki o boşluğun nedenini o dolduracak gibi hissediyorsun. İçinde bitmeyen ama aramaktan da vazgeçemediğimiz o sırlara ulaştıracak olan anahtar yavaş yavaş ellerine konuyor. Usulca bakıyorsun gözlerine ve ne kadar derin olduğunu anlıyorsun o an denizlerin, ne kadar geniş olduğunu anlıyorsun ormanların ve ne kadar karanlık olduğunu anlıyorsun gecelerin. Daha önce sıradan gelen belki de göz ucuyla baktığımız şeylere yeni bir mana biçiyorsun içinde.
İlk oluyor hayatında, yeni bir başlangıç, beyaz bir sayfa… Öyle bir sayfa ki, bütün kelimeleri sığdırmaya kalksan yine de boş kalacak gibi ve yine bir kelime yazsan dolacak sanki başlarken bitiş çizgisini görmek gibi. Bir adım sadece… Bir adımla kazanıp kaybedeceğin bir seçicilikte. Milyonlarca insanın arasında her gün geçerken aradığın o Kaf dağını, bir gözde bulunca anlıyorsun, dünyanın en güzel duygusunun ne olduğunu…
Böyle işte, ne kelimelere sığdırabiliyorsun ne de susabiliyorsun. Sözün Onu anlatıyor, halin Onu yansıtıyor. Düşüncelerini esir almış adeta. Zamanının efendisi oluyor. Hayallerin, rüyaların, en güzel duyguların Onlu oluyor… Onsuz olan anlar kara bir delik misali seni hiçliğe, bilinmezliğe itiyor.
Kelimelerin en güzeli, Sözlerin en derini, vazgeçilmeyen bir duygu kendisi. Sıfırların önüne düşen 1 misali, onsuz koca bir hiç, onla bir manaya kavuşuyorsun. Her ardına düşen duyguyla var olup büyüyor değerin…
Bu duygunun Adını Siz Koyun Aşk mı Sevda mı?
Ask, bilmeyenin konuştuğu; bilenin sustuğudur. Tabi isin raConun da bilen soylemez , söyleyen bilmez de var.
Bazen bir kelimeyi telaffuz etmek, dünyanın yükünü taşımak kadar zor gelir insana. Bir kırık camın parçaları dökülür yüreğine.
Susarsın.
Bardaktan boşalan yağmur olup, üstüne gelir hüzün. Ağlamak kesmez içini, seni avutacak her şeyden mahrum kalırsın. Üstelik; hatır soranı kalmamış bir ihtiyarın, bayram sabahları, perdesi erkenden açılmış pencerelerde bir görünüp bir kaybolan komşularına çevirdiği bakışları kadar yalnızsın. Ne eski fotoğraflardan kalan bir hatıra, ne de çocukluk yıllarının gülümseyen yüzü. Yanında hiç kimseyi bulamazsın. Bildiğin her yer uzak, tanıdığın herkes yabancı.
Yine de ağlarsın.
Bazen birine katlanmak, dünyanın yükünü taşımak kadar zor gelir insana. En çaresiz bir gününe uyandığın gurbette bile olsan, yolunu değiştirmek düşer aklına; kaçarsın. Ayak üstü geçiştirilen kısa bir zaman, koca bir gün olup ayağına dolanır. Tahammül etmeyi kolaylaştıracak ve kendine, “aslında iyi biri” diyebileceğin yalanlar ararsın. Konuştuğun her cümlenin arasına, oradan uzaklaşabilmek için kullanacağın bahaneler katarsın.
Asla kolay kurtulamazsın.
Bazen bir konuşmayı dinlemek, dünyanın yükünü taşımak kadar zor gelir insana. Kelimeler, göz kapaklarına dökülen kurşun gibi iner üzerine. Ya da için ezilir, yere düşen hakikatin karşısındaki çaresizliğine. Bir müstehzi bakışlarına bakarsın alçağın; bir de ses tonunun içinden şeytana el sallayan kibrine. Artık, kimseyi incitmemek için gösterdiğin nezaketine, seni dışarıya atacak kadar cesaret katarsın. Mevzu, üstü başı parçalanmış bir çocuk gibi durur karşında.
Asla yardımcı olamazsın.
Bazen bir günü akşama kavuşturmak, dünyanın yükünü taşımak kadar zor gelir insana. İçindeki sıkıntıyı bir türlü atamazsın. Sıtkın sıyrılır hayattan; dokunduğun her eşyadan yüreğine inen bir kir ve baktığın her yerde kahpelik vardır. Seni sakinleştirecek bir söz ararsın. Ne okuduğun şiir, ne de bir hatırayı mıh gibi yüreğine çakan şarkı; hepsinin, hayat ancak kendi yolunda gidince anlamı vardır.
Bunu anlarsın.
Bazen yalnız kalmak; dünyanın yükünü taşımak kadar zor gelir insana. Sebebini bilemediğin korkularla uyanırsın. Mevsim, sanki hep sonbahardır. Ne bir çiçeğin kokusunu alırsın, ne de dünya umurundadır. O gün, hiç olmadığı kadar değişik şeylerle uğraşırsın. Zaman, bir kaplumbağanın kabuğuna bağlanmıştır sanki, ertesi güne çıkmayı dört gözle ararsın. Okuduğun kitaplardan bir cümleyi hatırlamaya çalışır, yapamazsın. Hep düşen yapraklar gelir aklına, gözü yaşlı çocukluğun, yıllardır görmediğin dostların, bir veda anında dişlerini sıkıp arasına sakladığın göz yaşların.
Geçmişinden asla kurtulamazsın.
Bazen veda etmek, dünyanın yükünü taşımak kadar zor gelir insana. Yüreğin bir kuşun kanatlarında havalanır. Söylenebilecek hiçbir sözün anlamı kalmaz; bilir, konuşmazsın.
Uygun bir cümle, belki; ama asla bulamazsın. Yol uzar gözünde, ayrılığın kokusuna dayanamazsın.
Gitmek bir dalın kırılmasıdır en çok. Ya da buz gibi bir hava ve sen donup kalırsın. Gökyüzü kararır. Ayakların seni taşıyamaz; olduğun yerde çakılıp kalırsın. En hüzünlü haliyle canlanır gözünde biraz sonrası; ağlayan bir ana, eş, yar, evladın, belki de dostların.
Yine de yaparsın.
Bazen bir hatırayı taşımak, dünyanın yükünü taşımak kadar zor gelir insana. Attığın her adımda, peşin sıra gelen ayak sesleri vardır. Uzanır dokunamazsın. Her yalnız kalışında sana seslenen hitabını duyar; dinlediğin her söze, onu sana getirecek bir şerh koyarsın. Bazen bir kapının tokmağında, bazen de karanlığın içine kaçan gölgede onu ararsın. Ne birlikte çektirilen fotoğraf; ne de, bir kış günü gelen sıcak bir selamı vardır.
Ama yine de unutamazsın.
Bazen bir dostu özlemek, dünyanın yükünü taşımak kadar zor gelir insana. Koca bir dağ olup oturur yüreğine. Gecenin en kuytu yerine sığınır, uyuyamazsın. Bir tebessüm iner yüzüne; en kötü gününde yanı başında duran mahzun halini hatırlarsın. Ya da bir yaz günü, çeşme suyu serinliğindeki selamını. Çıkıp gelse şu an, söyleyecek söz bulamazsın. Konuşmak beyhude bir çabadır belki, onu halinden de anlarsın. Çünkü, çocuk gözlerinden dökülen öfkeyi yakalar; sadece sen korkarsın. Ne gailesi dünya hayatının, ne de yeni arkadaşlar.
Yerine hiç kimseyi koyamazsın.
Bazen,
Bazen gözlerini kapatır ve dost bir yürekten gelen hayır dualardan başka hiçbir şeyi hissetmezsin.
Can Demiryel – Neşe Kutlutaş – Bazen şiiri