Erzurumlu Fatma Seher’in Mücadele Dolu Hayat Hikayesi
Şehitlerimiz var kardeşler; biri benim memleketimde toprağa verildi Allah’ım gani gani rahmet eylesin. Rahmetiyle de bizleri bağışlasın… Dün gibi, ondan öncesi gibi, Hak yolda dinini, ülkesini, namusunu korumak için yola çıkmış şehitlerimiz…
Ve öyle bir iman gücüyle yola çıkılırdı ki, erkeği kadını, genci ihtiyarı hep bu yolda olurdu. Bütün her şeyini feda etmeye hazırlardı. Yeter ki Allah için ülkeleri Selamette olsun…
Vakti zamanında yine böyle haberler almamış mıydık? Hem de nice büyük başarılara adım atmış bu yüce yolun yolcusu şehadet makamının taliplilerini…
Tarihin sayfalarına adına yazdıran bir mücadele hikâyesini beraber okuyalım. Okuyalım da kendimize şöyle bir bakalım…
Düşünüyordu; Günler nice çilelerle doluydu. Yasamak, dayanmaktı çilelere. Hoş görmekti hayatin sürprizlerini İhtiyarlık da isyanı gömüp gönül mahzenlerine acıların hatıralarından lezzet almak zamanıydı. Yokluğun ve yoksulluğun gölgesinde, yasadığına şükredebilmek en büyük bahtiyarlıktı. Kanatlarıyla kanatlanıp kimselere muhtaç olmamaktı en büyük hazine.
Yatağında uzanmış, donuk bakışlarıyla dışarıyı seyre daldı. Kış bütün şiddetiyle bastırmıştı. Etraf, karlarla beyaz bir örtüye bürünmüştü. Soğuk pencere yarıklarından, tam kapanmayan kapı aralıklarından içeri sızıyordu. Hatıralarına dondu geçmek bilmeyen zamanı eritmek için Kocası bin başı Ezdesin Bey, Sarıkamış’ta şehit olmuştu. Onun acısını yüreğinde derinliklere gömmüştü, kimseye hissettirmiyordu. Çocuklarına babalarının yokluğunu belli etmemişti. Bir şehit karisi olduğunu da aklından hiçbir zaman çıkarmamıştı. Kocasının olumundan sonra bayrağı kendisi devralmıştı.
Gün gelmiş, dağlar taslar, kendini vatanına adamış bir kadın kahramanın haykırışlarıyla yankılanmıştı. Erzurumlu Fatma Seher’di adı, ölümle kol kola geziyordu.
Düşman saflarının arasında. Erkekçesine namlulara göğüs geren gözünü budaktan sakınmayan bir YİGİT olmuştu. Kardeşi Mehmet Çavuşla birlikte Van bölgesinde yüz elli kişilik bir grup kurdu. Vatanin kurtulması için ellerinden geleni yapacaklardı. Civar bölgelerindeki halk Yunan ve Ermeni zulmünden bizar olmuştu. Onlara; Ben kara Fatma’yım. Ermeni jandarmalarının sizden her ay aldıkları iki yüz lirayı bundan sonra vermeyeceksiniz. Sizin ırzınızı ve malınızı ben bekleyeceğim, dedi. Halkın şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu.
Ordu gittikçe buyuyordu. Silahlar lazımdı. Eski yamalı kıyafetlerle pazara giden köylü kılığında yumurta peynir çökelek götürmüştü. Çünkü gizli olmalıydı. Ve bir kadından kimse şüphe duymazdı.
Sultani mektebinden Ali Efendi’den silahlarını temin edip, akşamın alaca karanlığında tekrar dönecekti. Ordunun başına iki gün herhangi sıkıntı yaşanmadı. Üçüncü gün yine pazara getirdiklerini satmış. Akşama doğruda gizlice silah ve mermileri alıp orman yolunu tutmuştu. Fakat bu defa kendisini durdurup sandıkları kontrol edeceklerini söylediler. Telaşlanmaya başladı. Pazardan aldığım birkaç parça eşya, ama siz isterseniz, yine de kontrol edin, dedi. Sandıklar cephaneyle doluydu. Jandarmaların gözleri fal taşı gibi açıldı. Kara Fatma’yı azarlarcasına sorular sormaya başladılar. Sözlerinin sonunda tehdit vardı. Nerden aldı ve nereye götürüyordu. Kara Fatma sükûnetini korumaya çalışıyordu. Konuşturmak için daha zamanımız olacak deyip tutukladılar. On dokuz gün süren bir esaret yaşadı. Yunanlılar bu kadındır demeden işkence yaptılar. İsyanın eşiğinde bayıltana kadar işkence etmişlerdi.
Bütün gücüyle Sabretmeye çalışmış, direnmiş ve bazen de zulme isyanı haykıran çığlıklarını salıvermişti. Kırbaçlarla hırslarını alamayınca dişlerini sökmüşlerdi. Bir an olsun dayanabildiyse, bu Allah’ın bir Lütfuydu. Yüzünü boyayıp maskaraya çevirdiler. Yaptıkları işkence insanın dayanabileceğinden çok daha fazlaydı. Sokak sokak gezdirildikçe halk da bir sinme değil, diriliş ateşi tutuşturulmuş, oluyordu.
Hayvanlara bile yapılamayacak zulümler, kendisine reva görülüyordu. On dokuzuncu gün ağzından laf alınamayınca serbest bırakılmıştı.
Biraz kendine gelince oğlu Seyfettin’in isyanlarını duydu. Başucundaydı oğlu yanından hiç ayrılmamıştı o güne kadar. Anasının göz kapaklarını hafif araladığını görünce heyecanlandı. Yeminler etmişti annesinin öcünü alacağına dair. Herkeste ayni düşünce hâkimdi. Kalplere Seyfettin isyanı yayılıyordu. Kara Fatma birkaç gün dinlenince biraz kendine gelmişti.
Düşmanların kışlalarına baskınlar düzenlemişlerdi. Düşman büyük zarardaydı. Ruhlara yayılan sükûn ve maneviyat bir vakit sonra nefes nefese kalan bir köylünün yürekleri dağlayan feryadı bozuldu.
Kara Fatma! Allah aşkına, din aşkına imdat…
Ordu şaşkındı köylü nefesini toplayıp tekrar anlattı. Kelimeler tükendi, tükendi yürekler… Düğün gününe ermeni ve yunan çetesi baskın düzenlemişti.
Alçaklar, hainler! Haykırışları sarmıştı dört bir yanı. Kara Fatma iri kıyım gözünü budaktan sakınmayan on yedi yiğit aldı yanına. Kabakçı köyüne geldiklerinde Elleri ayakları bağlanmış bir vaziyette yerde yatan Mehmet evinde yürekleri dağlayan feryat Tükenen umutların kaydedilen değerlerin çığlık çığlık dışa taşmasıydı Toprak bütün pislikleri kabul ediyordu. Toprak evin kerpiç, duvarlara şahit olduklarını saklamayacaktı. Hava karara bildigi kadar kararmakta, ama nafile Hiçbir karanlık örteceğe benzemiyordu bu rezaleti.
Geceyi yırtan ağıtlar gökleri ihtizaza getirmekte ihtimal, arş titremekte.
Bu esnada bir karar verdi Kara Fatma; Düşmana panik yaşatacaklardı
Masumların ruhları daha fazla azapta bırakmamak için tez elden müdahale ettiler. Halk tüm gücüyle gece gündüz çoluk çocuk demeden elleri dudakları çatlatan ayaz a aldırmadan büyük bir kararlılıkla çalışıyorlardı.
Kara Fatma derin bir Of çekti. Yaşadıklarının dışa yansıması sözler döküldü dudaklarından “Ben bile şahit olduğum o manzaraya bugün hatırladıkça kendimi tutamıyorum. Fidan boylu, gül endamlı, karanfil bakışlı o yavrular nasıl unutulur ki.
Yatağına uzanmış donuk bakışlarıyla dışarıyı seyre daldı. Etraf kar beyaz örtüye bürünmüştü. Soğuk pencere yarıklarından tam kapanmayan kapı aralarından içeri sızıyordu. Yüzü iyice solmuş yorganın altında nefesiyle ısınmaya çalışıyordu. İçinin üşüdüğünü hissetti. Cani sıcacık bir çorba çekti. Kalktı elleri titreyerek sobayı tutuşturmaya çalıştı. Her zaman yakmıyordu yemek zamanına denk getirip öyle yakıyordu. Kimseden hiçbir şey kabul etmiyordu. Kendisine maaş bağlanmak istenmişti, fakat kabul etmemişti “Ben milletim için savaştım birde maaş mi bekleyeceğim demişti.” Verilecek maaş bir Hayr kurumuna devretmişti. Bugüne kadar Sabrıyla iman gücüyle vatan Allah aşkıyla şerefli bir hayat sürmüştü. Bundan sonrada ayni hassasiyeti sürdürmek istiyordu…
Dikkat edelim kardeşler ne kadar zor bir yasam soğuk ayaz kar kış buna rağmen şerefli bir yasam bunu başara bilmek bir ordu kurmak evlat sahibi bir anne Ve üstelik maaş herhangi bir şey hatta yardım dahi kabul etmiyor…
Bizler ne yapıyoruz, Hiçbir şeyi beğenmiyoruz simdi. Artık konfordan rahatlıktan başka amacımız yokmuş gibi yaşıyoruz. Allah bize Selamet versin…
kara FATMA vede seyit ONBASI lar sayesinde bu ulkemiz ayakta ama maalesef biz onların o İMAN ve DİRAYET ine sahipmiyiz orası MUAMMA.. ALLAH razı olsun yüreğine emeğine sağlık kardeşimm ALLAH c.c siz gibilerin sayısını coğaltsın……..
Helal olsun kardeşim insanın ruhunu geçmişe taşıyan bı yazı bu tür paylaşımlar yaptığın için sana ne kadar teşekkür etsek azdır Allah aşkı için bubtur paylaşımlarinin devamını bekliyor olacağız İnşallah hem ders çıkartılacak hem tarih kokan hemde insanın vatan aşkını Allah aşkını deprestiren yazılar keşke herkes okusa
Geçmişten günümüze tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun Cenab’ı Allah askerimize vatanımıza bayrağımıza zeval vermesin ezanlarimiz dinmesin tüm dünya ezan sesi ile kuran sesi ile inlesin