Yönetici Olmanın Zorluğu ve Vebali
Yönetici olmak bir işin ehli olmayı ve o işi hakkıyla yapmayı gerektirir. Eğer kişide duyarlılık, sorumluluk sahibi olma ve işini ciddiye almama gibi durumlar varsa o insanın yönetimde olması diğer insanların hakkını istemeden de olsa gasp etmesine sebep olur. Ki burda gerçekten yönetimi Hak ve Halk için yapmak isteyenler için bu kriterler vardır. Zaten Hakkı ve Halkı önemsemeyen biri istediği kadar zeki olsun kimseye faydası olmayacak, bir yerde mutlaka büyük bir patlak oluşacaktır.
Yönetme, idare etmek hem olgunluk gerektirir hem de işin ilmi yönünü, stratejik yapısını ve yönetimindeki çalışanları da kontrol ve idare etme gücünü gerektirir. Bunlardan öte duyarlılık ve Azimle topluma katkıda bulunmak, hatalarda, eksiklerde kendine pay biçip elinden geleni yapması, yahutta yapacak olanların görevlendirilmesini sağlaması gerekmektedir.
Yöneticilik sıradan bir meslek değildir. Her iş bir sorumluluk vebal getiriyorsa, yöneticilik altında çalışan ve o işten etkilenen kadar vebal demektir. Bu sebeple ciddi bir titizlik ister.
Yönetim, adalet ve sorumluluk deyince akla elbette bir çok Peygamber, sahabe gelir. Bunlardan biri de Adalet deyince akla ilk gelen Ömer bin Hattab’tır. Ömer bin Hattab ciddi manada adalet konusunda çalışmalar yapmış ve bu sorumluluğu üstlenirken de üçüncü bir kıyafet dahi alamayacak bir ücretle çalışmıştır. Ömer’i anlatmaya kelimeler yetmez. Bu yüzden şöyle güzel bir kıssayla durumu daha iyi anlamış oluruz.
Hz Ömer ve Yaşlı Kadın
Bir gün Hz. Ömer ihtiyar bir kadına, kendisini tanıtmaksızın yanaştı ve hal hatır sordu:
– Ey Ana, nasılsın?
– İyi değilim evlat!
– Bir derdin mi var?
– Ömer’den şikayetçiyim. Dilerim Allah’tan, Ömer beni yüzümden hayır ile mükafatlandırılmasın.
-Aman ey Ana, ne yapıyorsun? Ömer’in bunda suçu ne, zavallının günahına girdin.
– O, halifeliği boynuna aldığı günden beri bir kerecik olsun benim ne halde ve ne durumda olduğumu arayıp sormadığı gibi, emsalime yaptığı yardımlardan hiçbirini bana yapmadı.
– Peki ama halife senin halini nereden bilsin, nasıl anlasın?
– Fe Sübhanallah! Böyle şey mi olur hiç? İslam’ın bütün işlerini göreceğim diye yükü sırtına almış bir kimsenin, değil şehirdeki halkı hatta doğu ile batı arasındaki hadiseleri bile bilmemesi duymaması olur mu? Madem ki bu işi başaramayacaktı niçin Müslümanların başına geçti?
Hz. Ömer mesuliyet ölçüsünün mantık üstü bu kadar ince idrak ve ihtarı karşısında:
– Vah! Yazık sana Ömer, vah sana! Diyerek ağladı ve dedi ki: -Ey Ömer! Kendine gel. Herkes Allah yolunda senden daha alimdir, vakıftır, hatta koca karı bile…
Sonra kadına döndü:
-Ey Allah’ın kulu dedi. Ömer’in sana karşı işlediği zulmü bana kaça ödetirsin? Ömer’in Allah’ın gazabına uğramasına, cehennemde yanmasına bir türlü gönlüm razı olmuyor.
Kadının hayretten gözleri açıldı:
– Demek sen Ömer’in yanmasına razı olmuyorsun, öyle mi?
– Evet!
– Buna inanabilsem!
– İnan ki öyle!
– Madem öyledir, yirmi beş dinara razı olacağım.
-Allah Resulü’nün yüce Halifesi, müminlerin en ulusu derhal 25 dinarı kadının eline saydı:
– Al şu parayı da Ömer’e hakkını helal et.
– Senin hatırın için ona hakkımı helal ediyorum.
Tam o sırada Hz. Ali ve İbn-i Mesud oraya geldiler. Her ikisi de Hz. Ömer’e:
– Es Selamu Aleykum, ey Müminlerin Emiri! Dediler.
Bunu duyan ihtiyar kadın iki elini başına vurarak ağlamaya başladı:
-Ah! Ben ne fena iş yaptım! Halifeye karşı kötü muamelede bulundum ve ona beddua ettim! Ne bilirim ki, bu adam Ömer’dir.
Hz. Ömer gülümsedi ve sesine yumuşaklık vererek:
-Ey Ana! Hiç korkmana sebep yok. Ömer’in yükünü hafiflettin, bu Ömer’in yükünün altında kim olsa ezilir.
……………….
Umarım yönetimde olan siyasi olsun olmasın, isterse bir hastanede isterse bir okul yada iş yerinde isterse de evinde olsun bu yöneticilik bir Ömer edasıyla sürdüren hayırlı, duyarlı, adil bireyler oluruz…